Geçtiğimiz günlerde yapılan eylemlerde kamyonlarla bedava bira dağıtan içki firmalarının amacı neydi acaba? Anlayabilmek için sanırım yakın tarihte yaşanan bazı olayları ve halkın, devletin eliyle nasıl içkiye müptela edildiğini bilmemiz lazım…
Camiler ve ilkokullar meyhaneye çevrildi
1930’lu yıllardaki Taksim gerçeği! İçki içmek 1930 ile 1950’li yıllar arasında bizzat devlet tarafından halkına özendiriliyor hatta ilkokullarda öğrencilere bira servis ediliyordu.
Bölgede yaşayan Levantenlerin “Grande Rue de Pera” dedikleri Beyoğlu’ndaki renkli ve gayri ahlaki hayatı Osmanlı, 19. yy. ortalarından sonra tanıdı ve bu caddeye “Cadde-i Kebir” büyük cadde ismini verdi. 16. yy. başından itibaren canlı bir hayata sahip olan “Pera” kendi kabuğuna sığamaz hale geldi ve tepenin sırtlarına doğru yayılmaya başladı.
Tepe olmasından dolayı Roma İmparatorluğu zamanından kalma sarnıç-barajda toplanan suyu çevre semtlere dağıtması için 1730’lu yıllarda Sultan 1. Mahmud tarafından caddenin girişine konulan ve suyu taksim etmeye yarayan “Maksem”den ötürü bölgeye “Taksim” de denmeye o günlerde başlandı.
İstiklal Caddesi’nin girişinde bulunan ve adını semte veren Su Taksim eden Maksem
Bugün Taksim Meydanı olarak isimlendirilen meydan, o günlerde Yahudi ve Hıristiyan Mezarlığı olarak kullanılan alandı ve cumhuriyet tarihinin ilk yıllarında kaldırıldı, düzeltildi, mezarlardaki kemikler başka yerlere taşındı. Her milletin mezarında bulunan kemikler kendi cemaatlerinin istedikleri yere kondu. Fakat, Sıra Selviler Caddesi ve Gümüşsuyu yokuşunda bulunan Müslüman mezarlarından çıkan ve Müslümanlara ait olan kemiklerin akıbeti ise hala meçhuldür.
Sultan 3.Mustafa’dan itibaren Taksim bölgesi, askeri saha olarak yeni kurulan topçu birliklerine bırakıldı. İşte o günlerde, bugünlere sadece tartışması kalan ve İnönü hükümeti zamanında yıkılanTaksim Topçu Kışlası yapılır.
İnönü tarafından yıkılıp önce içkili gazinoya sonra top sahasına çevrilen Taksim Topçu Kışlası

.jpg?resize=597%2C361)


Beyoğlu’nda bulunan Katip Mustafa Çelebi Camii’nin bugünkü iç ve dış görüntüsü

30’ların sonlarında tüm dünyada savaş alarmları çalmaya başlamış, savaş kutupları oluşmuş, Türkiye ise tarafsızlığını ilan etmiştir ama bu tarafsızlık sadece görüntüden ibarettir. Zira, Türkiye bütün dünyaya tarafsızım demiştir ama Alman ve İtalyan faşizmi ile flört halinde olduğunu da gizleme ihtiyacı duymamaktadır. Bu durum saklanmadan bir devlet politikası haline getirildiği en yetkili ağızlardan tüm dünyaya duyuruluyordu.
.jpg?resize=480%2C342)


Bozulan sadece Taksim ve civarı mıdır o yıllarda? Hayır. Ülke olarak topyekün bozuluyor, bizi biz yapan, bizi Avrupa’nın rezil dünyasından ayıran özelliklerimiz tek tek avucumuzun içinden kayıp gitmektedir. Artık, çırılçıplak denilecek kadar açık olan şarkıcılar ellerinde rakı bardakları ile şarkı söyledikleri podyuma besmele çekerek çıkıyor, okudukları gazelin en uzun yerinde sonuna kadar içindeki rakıyı içtikleri kadehi yere vururken ya “Allah” ya da “Allahım sana geliyorum” diyorlardı. 70’li yıllarda iş çığırından çıktı. Besmele ile içilen içkiler, Allah nidaları ile dolu sarhoş naraları, sarhoş ayyaşların beğenisine sunulan çırıl çıplak kadın vücutları yetmezmiş gibi, Gaziantep’te tekbirler, ilahiler, okunan dualar ve kesilen kurbanlar eşliğinde “GENELEVLER” açılıyordu. Evet, yanlış okumadınız. Bu ülkede tekbir ve dualar eşliğinde kesilen kurbanlarla genelevler açıldı.

Ülkemizin bugün yaşadığı Taksim bunalımın altında esasında bu rezilliklere devam etmek isteyen güruhun böylesine bir hayata devam etmek için yaptığı direniş yatmaktadır. Ve bu haliyle böylesi ayaklanmalar tarihimizde ilk değildir son da olmayacaktır. Geçmişte en nadide ve en hassas dinî duygularımızı ayaklar altına alarak içki, fuhuş, kumar, rezillik dolu hayatı yaşayan nesillerin bugünkü uzantıları da İslamî hassaiyetlere el ve dil uzatma cüretinde bulunmaya devam etmekte ve hakaretlerini sürdürmektedir.


İşin nihayetinde söylenilmesi gereken her şeyi esasında bu alttaki fotoğraf ziyadesiyle söylemektedir.
Lafın tamamını söylememeyi ve kelamımızın sonunu siz okuyucularımızın derin ferasetine bıraktığımızı ifade eder, yüzyıllarla ifade edilen Taksim-Beyoğlu Rezaletini sadece Şahadet parmağımızla göstererek huzurlarınızdan çekilmeyi uygun buluyoruz.
Ahmet ANAPALI
Kaynak: TİME TURK
Sonra da BURADA ki yazıyı okuyun ve resimleri inceleyin. Yorum yapmanıza lüzum yok. Düşünüp anlayalım yeter…
İşte ahir zamanda TAŞ , AĞAÇ ,TOPRAK , Dile Gelecekte dostunu düşmanını Eyy adem oğlu bende sendenim deyi sana yalan söyleyenler arkama saklandı diyecek dedikleri Zamanedeyizde . düşmanını anlatacak tüm dünya herkes biri birinin ne konuştuğunu bilecek, dili anlıyacak dedikleri ÇAĞ geldi Duy gör anla Anlat kim neyimişşş ? ve canlı canlı seyrederken hala Mucize bekliyoruz? İşte toprak ANA geçmişteki duyduklarını anlatırkan , Şimdide Canlı canlı anlatır olduda , Dinler arası Diyalok adı altında Ataisleşirken , Gizli Dinler arası savaşlar başlamışta Hala İnsanlık ve İslam alemi uyutuluyor Son şu on yılda nasıl TÜRKİYEM ve İSLAM dünyası uyandı uyandırıldı ise aynen işe devam demek gerekiyor ELHAMDÜLİLLAH .
ÇOK GÜZEL ELİNE EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK
Okul müsameresinde oynanan bir tiyatro oyunundan sonra, oyunun başarısı sebebiyle tiyatroyu yöneten öğretmen(!) bozuntusu tarafından ödül olarak pikniğe götürülen çocuklarla birlikte, iki öğretmen biz de katılmıştık o pikniğe. Bahsi geçen yönetmen öğretmen piknik sepetinden kırmızı bir şarap şişesi çıkardı. Bize fısıldayarak bunu çocuklara içireceğim, ama içki olduğunu söylemeyeceğim. Vişne suyu olduğunu söyleyeceğim. Maksat çocukların beynindeki din olgusunu öldürmek. Sakın siz de bozuntuya vermeyin dedi. O zamanlar 21 yaşındayım henüz stajyerim, ve babam 28 şubat mağduru bir akademisyen. Saklanıyorum, kimseye söylemiyorum dini görüşümü, açıkçası korkuyorum! Kimsemiz yok bizi savunan, koruyan. Bugünkü kadar cesur değilim, onlardan korkuyorum.
Babam işinden oldu, hem de emekliliğine 2 yıl kala. Dolayısıyla ikramiyesini de alamadı. Çok sıkıntı çektik, çok yıprandık. öylece işsiz ortada kaldık, parasız. Kimse yardım etmedi, tüm üniversiteler kapılarını kapadı. Babamın görev yaptığı üniversitede ben de okudum. Hocalar meyva suyu kutularına şarap enjekte edip derste oipetle meyva suyu içer süsü verip alkol alıyorlardı. Çoğunun kafa bir dünya idi. Kahvelerden topluyorduk hocaları. Evli olduğu halde öğrencisiyle zina eden mi ararsın ( o zamanlar evlilik dışı ilişkiye zina deniyordu) , birbirleriyle okul içinde yumruk yumruğa kavga edeni mi… Onların hiç birisi okuldan atılmadı, yüz kızartıcı suç işledikleri halde. Ama babamı attılar. Düzmece bir belge hazırlayıp kılıfına uydurup sözleşmesini fes ettiler. Çünkü babam; Ramazanlarda oruç tutuyordu, çünkü babam tek eşli bir hayat sürüyordu, babam kokteyllerde içki içmiyordu, ve namaz kılıyordu. Maalesef çok değerli bir akademisyen olmasına rağmen işine son verildi.
O gün o içkili piknik hala rüyalarıma girer. Hala içkiden bir yudum alıp -içki buuu diyerek yere tüküren o tertemiz caanım çocuklar ciğerimi, vicdanımı sızlatır hep. Orada neden itiraz etmedim. O pikniği neden şikayet etmedim. Bunun olmasına nasıl izin verdim? Hep kendimi suçlar ve üzülürüm. Bugün olsaydı daha cesur olurdum ama dün maalesef bişey yapamadım. Allah affetsin. O şerefsiz öğretmeni de bildiği gibi yapsın! Bir nesil bu şekilde bozuldu evet, bunlar çok maksatlı ilerliyorlar. Rabbim ellerine fırsat vermesin.
Vaaay be! Bizi resmen toplumumuzu bozmuşlar…az çok tarihimizle ilgili bilgim vardı .fakat camilerimizin böyle fuhuş ve içki alemine çevrildiğini bilmiyordum.bunu çocuklarıma anlatacağım.Çocuklarımında çocuklarına anlatması için….bir toplumun bozuluşu bir ümmetin yok oluşu…Gerçi Osmanlı’nın çöküşü değilde.nasıl çökertildiği araştırırsak bize yapılan oyunu anlamış oluruz…Allah onları kâhhar ismiyle kahreylesin inşallah..Bizler İŞGAL EDİLMİŞ İSLAM TOPRAKLARINDA YAŞIYORUZ…ve yine İslam gelecek inşallah .
Allah ebeden razı olsun Cahide Kardeşim. Fakat fotoğrafları göremiyorum. Acaba problem benim bilgisayarımda mı, yoksa sizde mi?
Bir de benim çok merak ettiğim bir şey, bu muhalif kardeşler gerçekten şahsi itirazlar hariç, ne zaman kanunla, hakaretle kısıtlamaya ya da tecavüze maruz kalmışlar? Ya da hangi bir gün, “acaba şimdi bu resmi kurumdan da kovulacak mıyım, hakaret görecek miyim” endişesiyle o kapılardan içeri adım atmışlar? Hangi bir gün “Ya Rab yardım et bize! Ey zalimler, yeter artık bu yaptıklarınız!” diyerek, gözyaşları içinde duaya durmuşlar? Evet haklı oldukları bir taraf var: O kalın, resmi duvarların arkasında görev yapanları, çoğunlukla kendilerinden olanlardan seçtikleri için, onlar; o kapının dışında, sokakta kalanlar ise bizler ve ihtiyarlar olduk. Sokaktaki halkla, resmi dairelerde ve adı büyük yerlerde görev alanlar (temizlikçiler, çaycılar hariç) birbirimizden çok farklı olduk. Bizim o kurumlarda gördüğümüz kadar olmasa da, onlar da işyerlerindeki o mini etekleriyle sokağa çıktıklarında, şehvet dolu bakışlardan başka, bazen de hor bakışlara maruz kaldılar. Dedeler, babalar, abiler otobüslerde bizlere yer verdiler, onlara değil.
Ey “herkes dilediği gibi yaşasın; isteyen başörtüsüyle, isteyen mini eteğiyle; isteyen evlenerek, isteyen çiftleşerek” diyen bedbahtlar, bu kıyasınız o kadar abes ki, aslında siz de bilirsiniz. Kur’an’ın emrettiği, Efendimiz(SAV)’in gösterdiği tesettürü yerine getirenler, bunu severek tercih de etmiş olsa, temelinde Alemlerin Rabbinin emri ve haya duygusu vardır. Yani O’nun verdiği vücud emanetini, o vücudun ihtiyacı olan rızkı, güneşi, havayı vs. verenin rızası dairesinde kullanmak gayreti ve minnet duygusu vardır. Siz bu vücudunuzu nereden, kimden satın aldınız, ihtiyaçlarını( güneşi, havayı, suyu, bin bir çeşit gıdayı) nereden alıyorsunuz ki, onu dilediğiniz gibi kullanabilesiniz? Madem öyle varislerinize, kırışıklıklarınıza, lekelerinize, toprağın altına girmemeye de bir çözüm bulsanız ya! Elbetteki hesabınızı bize verecek değilsiniz. Zaten size hesap sormak da bizim işimiz değil. Fakat, sizin de bizim de vücudumuzun, dünyamızın ve ahiretimizin sahibi bakın ne diyor?:”Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar. Onlar da şöyle derler: “Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ demiştik. Yine şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık. İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun! Görmedikleri halde Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.” (Mülk,8-12) Allah-u Zülcelal tekrar tekrar “de ki:” dediği için hatırlatıyoruz bunları. “O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüşünüz ancak onadır.(Mülk,15) “Peki, Allah rızkınızı keserse, kimdir size rızık verecek olan? Hayır, onlar azgınlık ve nefretle direnip durdular. Şimdi, yüzüstü kapanarak düşe kalka yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen mi? De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! De ki: “O, Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak onun huzurunda toplanacaksınız.” (Mülk,21-24) “De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?” (Mülk,30)
Aslında şeriat gelse en çok muhalif tarafın işine yarayacak. En başta bütün eğitim sistemlerinizle tesis etmeye çalıştığınız, halklar arasında güveni tesis eden “dürüstlük” esas olacak, kaypaklık olmayacak. Yani, Müslümansan müslüman, kafirsen kafir. Merak etme, şer-i şerifle edilen idarede kafir(=İslam’ı bütünüyle kabul etmeyen) ehl-i zimmedir ve vergisini ödediği sürece, devlet tarafından canı, ailesi, ırzı, malı korunmak zorundadır. Koruyamayacaksa vergisini iade etmek durumundadır. Yok İslam’ı seçecekse iyice araştırdığında, İslam’ın herkes için rahmet olduğunu görecek ve sureten değil, kalben müslim olacaktır. Münafığın ise dünyada işi tıkır, ahirette sıfırdır.
“Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir. Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (Mülk,13-14)
MaşaAllah çok güzel ifade etmişsin meleknur kardeşim etkileyiciydi.Onlar o gün,kem kum edemeyecekler şöyşe oldu böyle yaptılar mecbur kaldık gibi “ama”larla bahaneler uyduramıyorlar ,çünkü bu tip kişiler ne de güzel ayetler anlatmış (onların deyimiyle 1400 yıl önceki çağ dışı dedikleri)sözleri mazaret olarak sunamayacaklar aklın bu dünyada çalıştırılmadığı için (ayetlerde de hep akıldan bahseder)orada da Mülk 8 12 de değindiği gibi surenin o kadar guzel muntazam anlatışı vardır ve Allah kendini tanıtır neye gücünün yettiğini kafirlere anlatılır sorularla sonra cevaplarıyla akıllarını çalıştırmayan bu guruh en sonunda sıkıştıklarında bedduaya (diğer sürelerde de eylem şiddet yaptıklarıda anlatılır) başvururlar Rasulullah aleyhl selleme ( öl) derler O,da tamam Allah beni öldürsün ya azabıyla veya rahmetiyle PEKİ SİZ DE ÖLMEYECEK MİSİNİZ??? Sure çod dehşetli başlayıp dehşetli ve muhteşem bitmiştir insanın damarlarına kadar nüfus ederek her gece okunması kabir azabına karşı olması demek ki ,insanı silkelediği için olsa gerek işte sonuca bağlarsak AKIL varsa çalıştırmışsanız Allah’ın kanunlarıyla kazanan siz siniz iflas edenin vay haline !Fiemanillah hayırlı cumalar…
Sait abi, ne kadar güzel bir açiklama yapmişsiniz.
Keşke bu güzel yazını podyumda okuya bilseniz. Ben eminimki ellerinde taş, yüreğindeki nefret dolu insanlar Allah ve Peygamber (S.A.V.) sevgisine ve merhametine ererler.
Biz hep sessizce ağladık diye…
1936 yılında, dağ başında bir köy okulunda, cuma namazına gitti diye dayak yiyen dedem, okulu bıraktı. Dedem sessizce ağladı belki ama öğretmeni dövmedi…
İneklerin yattığı yerde gizli gizli Kur’an okumayı öğrenen dedem, ahırın yanındaki evinde Kur’an okuyamadığı için sessizce ağladı. Allah’ın kitabına bu muameleyi yapanlara karşı ayaklanmadığı gibi, 24 ay hiç izin kullanmadan, toplam 36 ay askerlik yaptı.
1950 yılında, sandık başında oyunu kullanırken “Bismillah” diyerek mührü bastı. Seçim sonuçlarını radyoda dinlerken, sessizce ağladı dedem. Sokaklara çıkıp taşkınlık yapmadı. Mutluluğunu da hüznü gibi sessizce akan gözyaşlarıyla gösterdi dedem..
Menderes’in idam edildiği günü, defalarca anlattı bana. Her seferinde gözleri dolardı. Sinirlenince, ‘Ne çektiysek o sağırdan çektik!’ diyerek, İsmet İnönü’ye olan öfkesini gösterirdi.
Benim dedem hiç polis taşlamadı, camları kırmadı. Hep sessizce ağladı…
Babam sessiz ağladı…
Babam İstanbul’a okumak için geldiğinde, cami halılarıyla ısınmaya çalışıp, rahmetli Gönenli Mehmet Efendi’nin verdiği harçlıklar ile karnına doyururken, hiç sokaklara çıkmadı. Sessizce içine akıttı gözyaşlarını.
Ailesinin rızkını kazanacak bir iş imkanı bulamadığı için, Almanya’ya gitmek zorunda kalınca, yine sokaklara çıkmadı benim babam. Eline taş alıp camları kırmadı, polisleri taşlamadı. Annesi dahil, sevdiklerinin cenazelerine bile yetişemediği için, isyan etmedi kendisini gurbete mahkum edenlere. Sessizce içine akıttı gurbet gözyaşlarını…
Bizi de sessiz ağlattılar…
28 Şubat sürecinde bende hep eylemlere katılırdım. Cuma namazlarını kılmak için, Ümraniye’den Beyazıt’a gidip slogan atardım. “Başörtüye uzanan eller kırılsın!” diye bağırmaktan ses tellerimiz acıyordu da, o zulmü bize yapanların içleri acımıyordu. Eylem yaptık, ama polis taşlamadık, camları kırmadık. Sessizce ağladık…
Erkekliğimden utanırdım!
Üniversite kapısında bekleyen başörtülü kızların yanından geçip, üniversiteye girmek zorunda kalmak, hayatımda yaşadığım en büyük acıydı belki de. Müslümanlığımdan, insanlığımdan, erkekliğimden utanırdım… Dilimde bazen dualar bazen beddualar dolaşırdı. Ama ben hiç elime taş alıp polislere atmadım. Dükkanların camlarını kırıp araçları yakmadım.
Başörtülü bir sınıf veya okul arkadaşlarımızla göz göze gelmekten utanır, onlara yardımcı olamamanın sıkıntısını yaşardık.
Başörtülü kızlardan biri merdiven başında beni durdurdu. “Ben okulu bırakıp ailemin yanına dönmeye karar vermiştim. Dün babamı aradım. Verdiğim kararı kendisine iletince bana kızdı. ‘Başını açıp okulunu bitireceksin. Gelirsen seni eve almam’ dedi. Ben şimdi ne yapayım?”
Susmak zorunda kalmak, insana bu kadar acı verir mi? Aradan tam 15 yıl geçtiği halde, o merdivenin başında susup kalmanın acısını, hiç unutmadım. Değil polis taşlamak, dükkanların camını kırmak, dünyayı yakmak istedim o an. Ama ben sessizce ağladım sadece. Bu acıları bize yaşatanlara beddua ettim, o kızlara dua ederken.
Biz polise taş atmadık, ‘emir kulu’ diye. Biz esnafın camlarını kırmadık, ‘kul hakkı – milli servet’ diye.
Biz hep sessizce ağladık.
Sanatçılar neredeydi?
Biz bunları yaşarken sanatçılar neredeydi? Taksim meydanında, polis taşlayıp işyerlerinin camlarını kıran gençlerin yanında poz veren sanatçılar, 28 Şubat sürecinde neredeydi? Ağaçların haklarını korumak için eylem yapanlar, en temel insan hakları çiğnenirken niye sustular? Milletinden bu kadar kopuk yaşayan sanatçılar, ülkesinin geleceği için sanat üretemezler.
Dedemin sessiz çığlıklarını, babamın gurbet hüzünlerini, 28 Şubat’ın ezip geçtiklerini görmeyen sanatçılar, aniden çevreci ve hümanist oldular.
Dedemin sessizce içine akıttığı gözyaşlarını resmedemeyen, her türlü baskılara rağmen, sokakları cehenneme çevirmeyen 28 Şubat mağdurlarının sabrını, notalarına dökemeyen sözde sanatçılar, şimdi çevreci oldular.
Meselenin 3-5 ağaç olmadığını herkes çok iyi biliyor. Nedense bizim sanatçılar, hep sol eylemlerde sanatlarını sergiliyorlar.
Taşlara değil dualara sığındık
Başbakan ‘%50′yi zor tutuyorum’ dese bile, kendisi de biliyor, bizim sokaklara taş atmak için çıkmayacağımızı. Şiir okuduğu için hapse atılırken, sokağa çıkmaya teşvik etmeyen Başbakan, bu olaylar için sokaklara çıkmayacağımızı da biliyor.
Dedem sessizce gözyaşlarını içine döküp, devletin polisini taşlamadı.
Babam sessizce gözyaşlarını içine akıtıp, esnafın dükkan camlarını kırmadı.
Bizler de sessizce ağladık, ama ortalığı dağıtıp yıkmadık.
Biz hep sessizce ağladık diye, bu olaylardan korkup sandık mücadelesinde vazgeçeceğimizi mi sandınız?
‘90 yıllık cumhuriyet tarihinin 80 yılı biz ağladık siz güldünüz. Şimdi siz ağlayın biz gülelim’ demiyoruz. ‘Birlikte gülelim’ diye hala dua ediyoruz.
Duaların taşlardan daha güçlü olduğunu bilmeyenler, ne demek istediğimi anlamazlar…
Sait ÇAMLICA
Dert degildir gide dünya kala din
Dert odur ki kala dünya gide din…
abdülkadir geylani
Rabbim sonsuz kere razı olsun senden Cahidem bu yazıyı yayınladığın için. Gördüklerimin cüz’i bir kısmını biliyordum ama içim titredi, yandı gerçekten, nasıl da köreltilmişiz düşündükçe çok kötü oluyorum. Cennetin en güzel yerinde peygamberimizle ve bütün sevdiklerinle birlikte ol inşallah, yok ben anlamıyorum, bunları nasıl oluyor da kabul etmiyorlar, nasıl oluyor da bazı şeylerden içleri titremiyor ben anlamıyorum…ama bir şey diyeyim mi Cahidem, bu yapılanlar o kadar büyük bir başarıyla yapılmış ki insanlar gerçekten göremiyorlar, neleri kime borçlu olduğumuzla ilgili korkunç yanılgılar içindeler, Rabbimizden başka kimseye borçlu olduğumuzu göremiyorlar. Bazı yorumlar, bazı karşıt düşünceler midemi bulandırdı, saygı duyamıyorum kimse kusura bakmasın, her şey kendilerine yontulunca iyi olanların şimdi bu kadar aşağılık bir halde, insanlıktan çıkmışçasına üzen ve utandıran davranışlarına sadece ”Rabbim sen ıslah et, gözlerini aç, doğruyu göster” diyebiliyorum iyi niyetle ama açıkçası her zaman bu kadar iyi niyetli olamıyorum.
Bu ülke ne zaman böyle oldu, ne zaman bu kadar sapıklaştı, değerlerini yitirdi, ahlaksızlaştı, nasıl oluyor da bu kadar kör olabiliyorlar anlayamıyorum ben. Bu sadece bir protesto değil, korkunç, dehşet verici bir gerçek ve bizlerin de gözlerini dört açması için alınması gereken bir sürü ders var ortada. Açıkçası ben bu davranışları bu ülkede yaşayan insanlara hiç yakıştıramazdım ama göz gördükten sonra başka söze ne hacet…Hüsn-ü zan zamanı değil artık…
Tayyip Erdoğan asılsa ne olacak acaba? Gerçekten insanlar sevinecekler mi? ”Gerçekten” bunu nasıl isteyebiliyorlar anlayamıyorum. AKP li değilim, hiç de desteklemedim ,bu ülkenin sadece daha da Müslümanca yaşamasıni isteyen biriyim ben, bir çok icraatini desteklemesem de bu olaylara destek verilebilecek hiç bir durum olduğunu düşünmüyorum. Yasaklardan korkanların daha ne istediklerini de anlayamıyorum.
Bazı yorumları çok beğendim, Allah razı olsun diyorum onlara ve başta sana. Allah’a emanet, selametle…
Yakın tarihimizin bize anlatılan olmadığını az çok tahmin ediyordum .Yaklaşık bir 7 8 yıl önce Mustafa Armağan’ın yakın tarihle ilgili kitaplarını okudum . Hakikat o kadar başka ki yapılan planlar ve İslam düşmanlığı hat safhada . Babam 1927 doğumlu canım benim ilimden o kadar yoksun büyümüş ki nerde Osmanlı, nerde babamın zamanının çocuğu, genci dedirtiyor insana .Şu yayınladıkların kanımı dondurur cinsten adamlar çalışmış vesselam.
Oğlum 6 yaşında iken bir yıl Kur’an la ve ilimle ilgili sübyan mektebine gitti . İki kez hatim yaptı . İnsanlar o kadar şaşırıyorlar ki aa !! Nasıl okuyor? Niye okumasın ? Bizim atalarımız 9 yaşında bir şehre vali olmuşlar,14 yaşında tahta geçip ülkeyi yönetenler olmuş . Neslin geldiği hale bak ? Dejenerasyona bak? şimdikiler dokuz yaşında ağzında küfür sokakta milleti taciz ediyor. Halada konuşanlar var ise bu kadar belgenin üstüne başka platform bulsunlar kendilerine ha sinirleniyor muyuz ? Hayır sadece üzülüyoruz halinize…
merhaba cahide abla uzun süredir sizleri takip ediyorum tariflerinize herkes gibi bende beğeniyor ve hergün merakla bakıyorum bugün ne yapmış diye.
bugün buraya cevap yazmamın nedeni de sizin bizlere asıl gerçeği belgelerle fotoğraflar göstermiş olduğunuz bilgiler.inanın ki bende bu şekilde oldğunu hiç bilmiyordum ve açıkçası artık tarihe de inanasım gelmiyor.bize yıllarca okutulan papağan gibi tekrar ettirilen şeylerin ardında ne hainlikler ne tuzaklar varmış….
yorumları okudum da bazı arkadaşlar din dersinin seçmeli ders olması gerektiği ama yıllardır zorunlu olarak okutulduğundan şikayetçi olmuşlar bundan neden rahatsız olurlar ben anlamıyorum ya kabul etmeseniz de Müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve bu güzel dinimizin yeni yetişen taptaze beyinlere anlatılması sizi neden bukadar rahatsız ediyor?anlatılan öğretilen şeyler kötü yada çirkin bir şey değil ki.çoğu çocuklarımızın ailesinde görmedikleri bilmedikleri allah sevgisini,iyi niyeti,hoşgörüyü,öğrenmesi belki birazda olsa içine allah,peygamber inancı oluşsa bu sizler gibi düşünen insanların çok mu zoruna gider….??herkes farklı inanışlı olabilir ataistse kendine Müslümansa kendine ama dinimizde yanlış olanı düzeltmek uyarmak doğru yolu göstermek vardır,ama inanırsın ama inanmazsın bu seni bağlar.doğru yol tektir bunu kimse değiştiremez.
tutturulmuş bir özgürlük diye arkadaş kim kime zorla bir şey yaptırmış bu memlekette hangi kızımıza başın örtülü geleceksin okula,işe denmiş kimi zorla tutup kolundan camiye götürmüş,kime zorla namaz kıldırılmış oruç tutturulmuş?? nice tanıdıklarım varki ramazanda oruç tuttu diye iş ortamında uyarı aldı müdüründen,cuma günü cumaya gitti diye işinden oldu yada bir çoğu zaten gidemedi.5 vakit namazını kılamayanları saymıyorum bile..özgürlük diyosunuz ya bir bunları da düşünün derim..
metroda öpüşen çiftler için hayatlarına saygı duyun başınızı çevirin dersiniz,ramazanda oruç tutanın karşısında saygısızca durmadan yiyip içersiniz..kim kime saygı duymalı acaba?hangi tarafın yaptığı daha ahlaklı..bir dine yada bir inanca bağlı kalmak zorunda değiliz ama ahlaklı olmak zorundayız,aynı toplumda yaşıyorsak ahlaklı davranmak ve ona göre yaşamak zorundayız..
Ben bu dınsızlerı görünce peygamber efendımızın ne zor şartlar altında müslümanlığı yaydığını anlayabılıyorum günah olan herseye amenna dıyorlar bız kımsenın gıyımıne karısmadık dıyolar senelerce türban ıcın savaştı kadınlarımız soylencekcok şey var Rabbım basımızdan dın ıcın cabalayanları eksık etmesın cahıde abla